Tarih boyunca birtakım olaylar ve toplumsal hareketler çeşitli sembollerle anılmış ya da kendi sembollerini yaratarak yükselme dönemlerini yaşamışlardır. Bu semboller bazen bir figür, bir nesne, bazense bir insan veya hayvan olmuştur.
Bu hikâyede istibdat döneminin sonlarında, trajikomik bir şekilde kendini hürriyetin sembolü olarak bulan bir geyiğin, dağdan şehre uzanan, şan ve şatafatla dolu ancak sonu kötü biten kısa yaşamına tanıklık edeceğiz.
Resneli Niyazi
Hürriyet Geyiği’nin öyküsüne geçmeden önce onu 2. Meşrutiyet döneminin özgürlük sembolü haline getiren Osmanlı subayı Resneli Niyazi’den bahsetmemiz gerek.
1873 yılında Manastır yakınlarındaki Resne kasabasında doğan Resneli Niyazi, Manastır Askeri İdadisi’nde öğrenim gördükten sonra Harbiye Mektebi’ni bitirir ve teğmen rütbesi ile göreve başlar. Balkanlar’da ayaklanan Sırp ve Bulgar çetecilerle yaptığı mücadele sonrasında yüzbaşı rütbesine yükseltilir ve İttihat ve Terakki Cemiyeti’ne katılarak cemiyetin önde gelen kişileri arasına girer.
İttihat ve Terakki’nin Sultan Abdülahamit’e karşı yürüttüğü devrim stratejisi doğrultusunda bir isyan başlatarak 3 Temmuz 1908 günü emrinde topladığı 150 kadar asker ve gönüllü ile Ohri yakınındaki dağa çıkar. Onun başlattığı bu dalga 1878 yılında askıya alınan Meşrutiyet rejiminin 24 Temmuz 1908’de yeniden ilan edilmesine kadar giden sürecin bir parçası olur.
Dağdan şehre inen Niyazi, Selanik’te “Hürriyet kahramanı” olarak büyük gösterilerle karşılanır. Dağda bulunduğu sırada yanından hiç ayrılmayan geyiği de beraberinde getirmiştir. İşte daha sonra “gazal-i hürriyet” adıyla anılacak olan, Resnelinin ise Tanrı’nın “hürriyet yoluna ışık olsun” diye gönderdiğine inanarak “rehberi- hürriyet” adını verdiği bu geyik hürriyetin sembolü haline geliverir.
Gazal-i Hürriyet
Hürriyet Geyiği bir anda halkın sevgilisi olur. Resneli nereye giderse geyik de oraya gitmekte, kalabalık insan toplulukları geyiği sevgiyle karşılamakta, onunla fotoğraf çekilmek istemektedir.
Geyiğe karşı olan ve hızla büyüyen bu sevgi öyle raddeye varır ki, geyik hakkında kötü bir şey söylemek dahi kabul edilemez. Hatta gazetesinde bu geyik fenomenini eleştiren bir yazı kaleme alan gazeteci Ahmet Samim Bey’in bu yüzden hürriyetçiler tarafından öldürüldüğü iddia edilir.
Hürriyet geyiğinin namı ise hız kesmeden yayılmaktadır. Kartpostalları yapılarak İmparatorluğun her yanına ulaştırılır. Avrupa’da bile ünlü olmayı başarır.
Geyikle birlikte İstanbul’a giden Resneli Niyazi hızla gelen bu ünün tadını bir müddet de burada çıkardıktan sonra Makedonya’ya geri döner. Ancak geyik İstanbul’da İttihatçıların emanetinde bırakılır.
Bu da zavallı geyiği şanlı kısa yaşamının sonu olacaktır.
Hürriyet Geyiği’nin Şaşaalı Başlayıp Hüzünlü Biten Tuhaf Hikâyesi : Siyaset Ettiler
Çok kısa sürede yarattığı rüzgâr kesilen Hürriyet Geyiği unutulur. Letâfet Apartmanı’nda ışıksız havasız bir yere kapatılan geyiği ziyâret eden Refik Hâlit Karay, şöyle der:
“Hürriyet Geyiği’nin yüreği öyle burkulmuş, kara ve iri çok güzel gözleri öylesine mahzun, malihulyâlı ki içim sızladı. Bu gözlerde Resne dağlarının ve eski günlerinin hasreti yanıyordu; belki nedâmet de vardı. İnsdaşlarını bırakıp insanlara katıldığına, hürriyet dâiyesine karıştırıldığına, fırsat elde iken kendilerinden ayrılıp dağ yolunu tutmadığına, yanındakilere güvendiğine pişmandı.”
Yazar Zülfü Livaneli de “Konstantiniyye Oteli” adlı romanda, ölüleri konuşturduğu bir bölümde sözü Hürriyet Geyiği’ne verir. Geyik hüsranla biten yaşamına dair şunları der:
“Hey diriler; insan olun, hayvan olun siyasetten uzak durun. Siyaset insanı perişan eder, ki ne eder! İki yaşındaydım; dağdan geçen bir bölük askerin peşine takıldım, onların karargâhına gittim. Komutanları Kolağası Niyazi Bey beni çok sevdi (…) Onunla birlikte ben de çok ünlü oldum; artık o mu beni ünlü kıldı, yoksa hiç yanından ayırmadığı ben mi ona yardım ettim bilinmez ama galiba benim bu işteki payım daha fazlaydı. (…) Sonra devir değişti; siyasette devir değişmesinin ne demek olduğunu bilenler bilir, beni İstanbul’da bir binanın karanlık bodrumuna bağladılar. Gün ışığı yoktu, yiyecek içecek yoktu, pislik içinde yatıyordum; beni bir kuruş karşılığında halka gösteriyorlardı. (…) Osmanlı’da siyaset etme idam anlamına gelirdi ki siyasete giren herkesin başına gelen kaçınılmaz son buydu. Beni bir gün hatır hutur kestiler, parçalayıp Beyoğlu lokantalarına av eti diye sattılar, kemiklerimi de bir köşeye attılar…”
Kaynaklar:
http://www.enpolitik.com/haber/143543/resneli-niyzinin-hurriyet-geyigi.html
http://www.wikizero.biz/index.php?q=aHR0cHM6Ly90ci53aWtpcGVkaWEub3JnL3dpa2kvUmVzbmVsaV9OaXlhemlfQmV5
Bir yanıt yazın