Sonsöz Gazetesi/29 Haziran 2016
“Düşlere sığınarak, yaşamı çekilir kılıyoruz…”
- Öncelikle özgeçmişinizden biraz bahseder misiniz?
Hayallerin gücüne ve gerçekliğin hammaddesinin düşler olduğuna inanan, hikâyelerle yaşayan bir hayalperest olarak tanımlayabilirim kendimi. Lise yıllarında tutkuyla okuduğum ve aşırı doz ‘olağandışı’ yüklü kitaplardan sonra, zihnimde canlanan benzer öyküleri kâğıda dökme gayretim, bugünlere ulaşan yolun başlangıç noktasını oluşturur. Başlarda, okuduğum yabancı fantastik eserlerin etkisiyle bize uzak ve özenti metinlerle cebelleştiğimi hatırlıyorum. Sonra Ölümsüz Öykü Kulübü ile tanıştım. Bu topluluk yazma serüvenimde büyük bir yer teşkil etmekte. 2000’li yılların başlarında, yerli fantastik edebiyat alanında yabancı yazar hegemonyasına bir başkaldırı olarak ortaya çıkan bu oluşum, sahip olduğumuz köklü geçmişimiz, mitlerimiz, dini ögelerimiz ile Batı’ya taş çıkartacak güçlü eserler üretebileceğimiz iddiasındaydı. Gerek yayınevlerinin gerekse okurların önyargısını kırmak için büyük bir mücadele vermek gerekiyordu. Zira okur Türk yazarı hor görmekte, yayıncılarsa kapılarını tamamen kapatmış, ‘Türkler fantastik yazamaz’ saplantısına gömülmüş vaziyetteydiler. Xasiork Ölümsüz Öykü Kulübü var olduğu andan itibaren bu anlamda bir okul görevi gördü ve pek çok yazar yetiştirdi. Şimdi eskiye göre ciddi bir değişim var. Büyük bir külliyat oluştu. Yayınevleri Türk yazarların korku, gerilim, fantastik kurgu, bilimkurgu gibi türlerdeki kitaplarını basmaktan imtina etmiyor artık. Ben de böyle bir ortamın içerisinden geldim ve yıllardır bu alanda mücadele ediyorum. Geçen 15 yılda pek çok öykü ve roman yarışması düzenledik, sempozyumlar icra ettik, ürettik ve kütüphanelere kaliteli kitapların girmesini sağladık. 2011 yılında kurduğum www.turkfantastikedebiyati.com esasında, yerli yazarların üretiminin geldiği nokta için bir gösterge. Bu siteyi artık sayısı epey artan yerli fantastik kitapları bir araya toplamak için kurdum. Şu anda site veritabanındaki 300’e yakın kitap, külliyatın sadece bir kısmı.
- Yaşadığınız coğrafya, ortaya koymuş olduğunuz eserleri nasıl etkiledi?
Yaşadığım coğrafya, her yazarda olduğu gibi benim yazım serüvenimin de arka planında yer alıyor. Sadece fiziksel özellikleri ile değil kültürü ve siyasi yapısı ile de. Şu an yazdığım kitap, her ne kadar fantastik olmasa da, bir Türkiye gerçeği üzerine kurulu mesela; kadına şiddet. Öte yandan coğrafyayı biraz daha minimalize edersek, Ankara’nın yeri benim için büyüktür. Yazdıklarımda şu an için Ankara arka planı mevcut ve bir süre daha öyle olacak gibi görünüyor.
- Özel hayatınızdan da biraz bahseder misiniz?
Bir kamu kurumunda İnsan Kaynakları Uzmanı olarak çalışıyorum. Evliyim. Yazma eylemi esasında hayat gaileleri nedeniyle, birçok yazar için geçerli olduğu üzere, yaşamımın arka planında tutkuyla ve güçlüklü yürüttüğüm bir iş. Birtakım şeylerden taviz vermen gerekiyor. Ailene ayıracağın zamandan kısmak zorunda kalıyorsun. Bu anlamda eşin desteği çok önemli. Stephen King iyi bir yazar olmak için, önce evli olmak gerektiğini söyler. Eşinizin desteği arkanızdaysa, doğru bir söylem bu. Çünkü onunla ilgilenmeniz gereken zamanı, kendi işinize ayırıyorsunuz. Ben bu konuda şanslı olanlardanım. Eşimin bugüne kadar hep yanımda oldu.
- İlk yazmış olduğunuz eserden bugüne Kadim Gültekin nasıl bir değişim gösterdi?
Değişim yaşamın her alanında, daima mevcuttur. Şüphesiz bu benim yazarlığım, yazma eylemine bakış açım için de geçerli. İlk kitabım Hayalet Aşk’ı yazdığımda 20 yaşındaydım. Bir eser ortaya koymak için erken bir yaş. Geçen yaklaşık 10 yıl bana çok şey kattı, ancak hâlâ yolun başında olduğuma inanıyorum. Öğrenme süreci, tüm yaşam boyu devam ediyor. Öğrenmem gereken çok şey var. Kendime adıma en iyisini var edene kadar bu sürecek. Geriye dönüp baktığımda, çok hevesli ve heyecanlı olduğumu görüyorum. Anlatmak, daha fazla anlatmak arzusunun peşinden sürüklenmişim. Oysa iyi bir hikâye, sözcüklerin sayısı ile değil yalın ama köklerini hayata dair gerçekliklerden alan bir anlatımla var olabilir. Hayalle gerçekler arasındaki sıkı ilişki de buradan gelir; ne kadar düş dünyalarının enginliklerinde gezinseniz de, iyi bir hikâye anlatmak istiyorsanız, hayata dair olmalıdır kaleminizden dökülenler.
- Hangi konu veyahut tarz üzerinde edebiyata dokunmak, sizi özgür kılıyor? (mutlu ediyor)
Şüphesiz ki hayallerimin sınırlarını kendim belirlediğim ölçüde kendimi özgür ve mutlu hissediyorum. Olağanüstüne olan ilgimin kaynağı da budur. Başta da dediğim gibi, hayallerin gücüne inanırım. Zaman Oyunları’nı yazarken, bu düşünceden güç aldım. Hayal etmek var etmektir. Kitabın bir yerinde kahramanlarımdan biri şunu söyler; Yaşam tuzsuz bir yemek gibi. Hatta acı. Düşlere sığınarak hayatı biraz daha çekilir kılabiliyoruz.
- Farklı türlerde de yazmayı düşünüyor musunuz?
Düşünmekle kalmıyor, şu anda bunu icra ediyorum. Her ne kadar, yazarlık geçmişimde hep fantezi, bilimkurgu, korku, gerilim gibi türler yer alsa ve bu türleri ülkemizde, bize özgü bir şekilde var edebilmek için mücadele versem de, kendimi asla bunlarla sınırlamam. Anlatılmaya değer bir hikâye bulduysam, türünün bir önemi yoktur. Onu nasıl en iyi bir şekilde anlatacağımı düşünür ve yazmaya odaklanırım.
- Küreselleşmenin edebiyat üzerindeki etkisini nasıl görüyorsunuz?
Küreselleşme esasında edebiyatta yüzyıllardır, hatta binyıllardır mevcut. Gerek yazılı, gerek sözlük edebiyat, kendi sınırları içine gizlenmemiş, dünyanın her tarafına yayılmış ve bir başkası için esin kaynağı olmuştur. Kültürleri var eden şey, onların hikâyeleridir. Günümüze baktığımızda, muazzam düzeyde bir etkileşim olduğunu görüyoruz. Bunun olumlu yanları olduğu gibi, handikapları da mevcut. Her toplum en az bir büyük yazar yetiştiriyor ve bu büyük bilgi dünyasında onun düşüncelerine ulaşmamız artık çok kolay. Bu da bilginin gücünü artırıyor. Öte yandan, sosyal medya eksenli ve küresel ölçekli bir temas hali var ki, buradan doğan, hızla virüs gibi yayılan, niteliksiz eserler çöplüğü oluşmaya başladı. Salt popüler olmak yeterli görülerek, edebi kalite göz ardı ediliyor. Gücünüz, ne kadar takipçiniz olduğu ile ölçülüyor. Böylesi bir ortamda, dünyaya damgasını vurabilecek potansiyelde nice yazar kaybolup gidiyordur kim bilir.
- Zaman Oyunları’nda biraz bahseder misiniz?
Zaman Oyunları esasında yıllar öncesinde kaleme alıp bir kenara bıraktığım, zamana dair sıklıkla düşüncelere sevk olduğum dönemde ortaya çıkan bir eser. Okuduğum kitaplar, izlediğim filmler, bir şekilde zaman, paralel evrenler, zaman paradoksları temalıydı ve özellikle zamanda yolculuk fikri beni cezbetmekteydi. Bu da beni zaman temelli bir kitap yazmaya itti. Kitabın ilk taslağı yıllarca kenarda bekledikten sonra yeniden üzerinde çalışmaya karar verdim. Geçen süreç düşüncelerimi değiştirmişti; kitapta büyük çaplı değişiklikler yaptım. Ve ortaya, zamana hükmetmeyi başarabilen bir varlığın, insanlarla oynadığı ölümcül oyunları ele alan, şimdiyle geçmişin, yaşadığımız evrenle, sonsuz sayıdaki diğer evrenlerin iç içe geçtiği Zaman Oyunları çıktı. Kitapta, kahramanlarımız, zamanın şeffaflaştığı, gizemli cinayetlerin işlendiği bir ortamda, kökleri Osmanlı dönemine uzanan bir gizemi çözmeye çalışıyorlar. Oldukça sürükleyici ve zaman üzerine düşünmeyi gerektiren bir kitap. Temelinde yatan felsefe ise aslında oldukça farklı; hayal etmek. Hayallere dair fikirlerimi kitabın genel kurgusu içine yerleştirip, düşlerin gücüne vurgu yaptım kitap boyunca. Kitabın birinci kısmının adı da zaten “Hayal Et”. Tabii bu söz grubunun bir de ikinci anlamı var; bunu da okur kitabın diğer bölümü olan “Düş Virüsü”nde okuma şansı elde ediyor.
- Yeni kitap hazırlıkları var mı?
Büyük çoğunluğunu tamamladığım ama üzerinde uzun süre daha çalışmam gereken bir romanla meşgulüm bu aralar. Özgecan Aslan cinayetinden sonra yazmaya başladım. Benzer bir cinayetin işlendiği, ancak katillerin bir türlü bulunamadığı bir Ankara panoraması çizdim. Kitap arka planda kadına şiddet, toplumsal cinsiyet, kadın erkek eşitliği gibi sosyal meseleleri işlerken, diğer tarafta kız arkadaşını yıllar önce kaybetmiş genç bir adamın, kendini ortalığı kasıp kavuran o büyük cinayetin içinde bulması anlatılmakta. Beni epey uğraştıran bir çalışma ama zihnimdeki hikâyeyi arzu ettiğim şekilde anlatmayı başarırsam, ortaya güzel bir eser çıkacağına inanıyorum.
Bir yanıt yazın